Dedim ya özrüm büyük, kicim yer görmedi filan diye.. Iste lazer operasyonu sonrasi bir dostum aradi. Hollanda’da kendine yeni bir ev tutmus.. “Illa gel, egleniriz, bahcede mangal yapariz..” dedi.. 🙂
“Allah oturani sevmezmis.” deyip döküldüm yollara ben de.. Üc günlügüne Hollanda’ya kactim..
Dostumun evi Amsterdam’a 1 saat uzaklikta bir köyde. Ama köy deyip gecmeyin.. Sanki “Weeds” dizisindeki banliyö kasabalarindan birisindeyim.. Bahceler inanilmaz bakimli, evler sanki tablo gibi.. Insanlar mutlu, hava günesli.. Oooohhh, dünya güzel netekim.. 🙂
Ilk aksam yaktik mangali, saraplar, Amstel biralari filan derken keyfimize diyecek yok. Farkettik ki biz uzunca süredir muhabbet etmemisiz söyle keyiflice.. Bol bol sohbet ettik..
Ertesi sabah kalktim yataktan, “Haydi Amsterdam’a kacalim!” dedim. Kahvaltidan sonra döküldük yollara.. Vasitamiz tren..
Amsterdam’in girisinde herseyden evvel dikkatinizi inanilmaz yaratici mimari yapilar cekiyor.. Yani o binalarin herbiri ayri bir modern mimari saheseri desem abartmis olmam.. Avrupa’nin hicbir sehrinde ben böyle birsey görmedim.. Zaten Amsterdam da mimarlik bürolariyla meshur.. Bir de kanallariyla.. Bir de müzeleri ile.. Bir de Coffee Shop’lari ile.. 🙂 Sirayla itibar edecegiz hepsine de nitekim..
Önce biraz sokaklarinda dolasiyoruz.. Sokaklar civil civil.. Heryer turist kayniyor.. Insanlar mutlu.. Bu arada Hollanda milleti aynen Hobbit’ler gibi. Islerine bagli caliskan insanlar. Ama bos zamanlarinda da inanilmaz tatil moduna girebiliyorlar.. O anlamda Almanlar’dan cok farklilar.. Almanlar mesela iste caliskandirlar. Hafta sonu da evlerinde calismaya devam ederek tatmin olurlar. Oysa Hollanda’lilar tam chill-out moduna giriyorlar. Hele de hava güzelse.. 🙂
Tabii bir süre dolastiktan sonra insanin karni acikiyor ister istemez.. Dostumun bana anlattigina göre Hollanda’da ciddi bir pancake kültürü varmis.. Köylerde bile Pancake House’lar varmis ve dolup tasarmis.. Bizim Simit Sarayi olayi gibi anlayacaginiz.. (Her ne kadar ben daha hic gitmemis olsam da Simit Sarayi’na..)
Biz de bulduk bir pancake dükkani, disaridaki bir masaya oturduk… Dükkanin adi Sara’s Pancake House.. Gösterissiz bir caddede (Raadhuisstraat 45), gösterissiz bir dükkan.. Sanirim servisi de pancakeleri de Sara yapiyor.. Ben kendime bir Swiss Pancake ismarladim, dostum da peynir ve baconlu olanindan, yanina da birer kahve..
Derken 5-10 dakikada pancakelerimiz geliyor.. Inanilmaz lezzetliler.. Iki pancake ve iki kücük fincan kahveye 26 Euro hesap ödeyip kalkiyoruz.. Bence fiyat biraz tuzlu ama yine de degiyor.. 🙂
Tabii yemekten sonra bir agirlik cöküyor.. Biz de birer kutu Heineken alip kanallardan birinin kenarina seriliyoruz.. Insanlar o kadar keyifli ki.. Herkesin kafasi bir dünya, önümüzden ardarda kayiklar geciyor.. Herbirinin icinden ayri bir müzik yükseiyor, ayri bir alem yapiliyor.. Kimisi sampanya – klasik müzik modunda, kimisi bira – Depeche Mode… 🙂 Karsimizda Seed Palace ve National Hanf Museum, öylece takiliyoruz.. Mutluyum… 🙂
Son olarak da t-shirt almaya karar veriyorum hediyelik.. Bir-iki tane aliyorum… Bir tanesinde “CSI (cannabis smokers institution) Amsterdam: It’s not a crime!” yaziyor.. Bu t-shirt olayina bir sonraki blog yazimda dönecegim netekim, ama burada da belirtmis olayim…
Aksamin bir saatinde dönüyoruz. Ertesi gün yola cikacagim.. O gün de mangal ve sohbetle geciyor.. Memnun mesut calisma haftasina basliyorum..
Heyecan da var bir yandan, cünkü haftaya Prag’da üc arkadas Sensation White Party turu yapacagiz… Oleeeyy… 🙂