BascatLes temps sont mauvais, attention à vos fesses sepsepet

Yillar gectikce bazi huylarim düzelecegine iyice kötülesiyor. Bunlarin önde gideni de tembelligim valla…

Eskiden bi yerlere gittim mi hemen yazardim bunu blogumda.. Simdi ise kurban bayrami gezimi yazmaya yeni basliyorum.. Tam bir rezalet..

Neyse lafi fazla uzatmaya gek yok.. Kurban bayrami 2010’un hedefi yaklasik 500 yildir zaptetmeye calistigimiz ama bunu bir türlü beceremedigimiz Viyana sehri idi.. Bir de asigi oldugum Esterhazy-Keller‘in gözümde tüten ortamini yasatmak istiyordum sevgilime…

Sevgili okurlarim, bu arada dikkatimi ceken bir seye burada deginmeden gecemeyecegim: Artik biz Türkler bildiginiz dünyayi gezen bir toplum olduk! Kurban bayraminda Viyana’nin tüm turistik atraksiyonlarinda konusulan temel dil kesinlikle Türkce idi..

Alisveris sevdamiz milletce o kadar güclü ve yogundu ki, normalde aksam 6-7 gibi kapanan butikler, Türk müsterilerden mümkün mertebe faydalanabilmek icin aksam 9’da bile acikti!

Bu bana bir seyi net olarak gösterdi: Hala dünyayi fethedebiliriz..

Sadece bunun icin ön saflara yenicerileri filan degil, alisveris sevdalisi Türk kadinlarini sürmemiz gerekiyor… 🙂

Viyana’nin gezilip görülebilecek yerlerinin teker teker size anlatmaya niyetim yok.. Bunlarin detayli bir listesini internette cok rahat bulursunuz..

Ama eger yolunuz Viyana’ya düserse bir Türk olarak mutlaka gitmeniz gereken bir mekandan bahsetmek istiyorum: Esterhazy-Keller..

Esterhazy-Keller‘in acilisi Ikinci Viyana Kusatmasi sirasinda 1683 senesinde olmus..

Macar soylusu Esterhazy, kusatmada savasan Avusturya ve Macar askerlerine moral takviyesi yapmak amaciyla yerin yakalsik 20 metre altindaki bir mahzeni bir asevine cevirmis..

Burada askerlerine sarap ve yemek veriyormus.. O tarihten beri de burasi bu özelligini korumus..

Icerisi son derece sade bir yer.. Duvarlar kusatmayi anlatan resimler ve haritalarla dolu..

Bizim Nevizade calgicilari hesabi, masa masa dolasip Viyana ve Cigan müzigi calan bir calgici gruplari var…

Esterhazy-Keller'e gidip Sülüman'in yenicerilerine kadeh kaldirmayi unutmayin Viyana'da.

Esterhazy-Keller'e gidip Sülüman'in yenicerilerine kadeh kaldirmayi unutmayin Viyana'da.

Yemekleri son derece güzel ve klasik Viyana mutfagi.. Saraplari son derece lezzetli..

Garsonlar sürekli kosturmaktan bazen sizinle yeterince ilgilenemese bile aslinda kibarlar.. 🙂

Üstelik iceride sigara da icilebiliyor… 🙂

Fiyatlar adam basi 25 Euro civari…

Eger yolunuz düser de karniniz da acikmis olursa, hele bir de kusatma madalyonunun öteki yüzünü de merak ediyorsaniz, mutlaka gidin derim bir aksam Esterhazy-Keller lokantasina.

Esterhazy-Keller'i bulmak isteyenlere alin bir de yol tarifi..

Esterhazy-Keller'i bulmak isteyenlere alin bir de yol tarifi..

Click here for English......

Bir önceki yazimda da ifade ettigim gibi gezmekten yazmaya zaman bulamiyor gibiyim son zamanlarda, seytan kulagina kursun.. Nitekim son Istanbul turumda üc tane yeni mekan kesfettim: Limonata, Zarife ve Eelence…

Düsündüm, tasindim ve neticede siz sevgili okurlarima mükemmel bir Istanbul günü nasil gecirilir, onun bir planini yapmaya karar verdim.. Uyup uymamak size kalmis netekim… 🙂

Saat 10-13 arasi: Bebek Kahve forever!

Yataktan kalktiniz ve karniniz zil caliyor.. Kahvaltinin benim icin vazgecilmez mekani her daim Bebek Kahve kalmaya devam edecek sanirim..

Bebek Kahve'de kahvalti keyfinin üstüne tanimiyorum...

Bebek Kahve'de kahvalti keyfinin üstüne tanimiyorum...

Burasi Bebek Camii’nin yaninda kücük ve mütevazi bir mekan.. Hem acik hem de kapali kismi var.. Asiri soguk olmadigi sürece deniz kenarindaki masalar favorim..
Kasarli simit, menemen ve kahvalti tabagindan mütesekkil bir menüyü bol bol cayla zenginlestirin derim.. Yaninizda da harbi bir dostunuz olsun.. Bol bol sohbet edin, denizdeki karabataklarla eglenin… Gelen ünlüleri yan gözle kesip dostunuzla dedikodularini yapin.. Son olarak da birer Türk kahvesi… Ooooh, ne keyif ama… 🙂

Saat 13-20 arasi: Nisantasi’nda shopping, sinema ve Limonata..

Nisantasi zamani.. Gidin Nisantasi’nda gezin, dolasin, alisverisinizi yapin.. Alisverisin son duragi da City’s AVM olsun.. Burada sinemaya filan gidin.. Hem ortalik nispeten sakin… Sinema cikisi en üst kattaki Capamarka’nin yeni ve kazik mekani Limonata’ya ugrayin..

Her nekadar Limonata'nin fiyatlari tuzlu olsa da votkali limonatasi mutlaka icile...

Her nekadar Limonata'nin fiyatlari tuzlu olsa da votkali limonatasi mutlaka icile...

Buradaki harika terasin tadini cikarmanizi öneririm size…
Yemekler bence fena degil, belki ufak tefek biseyler atistirabilirsiniz ama sakin fazla abartmayin… Ne de olsa aksama karniniz tok olmamali.. Mutlaka Bermuda seytan ücgeni’ni deneyin… Nami-i diger votkali limonata.. Eger garson size “Ufak bardakla büyük bardak arasinda fark yok!” derse sakin inanmayin ve 22 TL’lik büyük bardagi ismarlayin… Tadi nefis.. 🙂
Fiyatlar icin sizi Savas Özbey’e havale ediyorum -> “Limonatayı nasıl bilirsiniz”

Saat 20-24 arasi: Zarife meyhanesi rules!

Zarife zamani!

Zarife bir meyhane… Yeri Beyoglu Istiklal Caddesi’ndeki Zarifi’nin girisi.. Önceden rezervasyon yaptirmanizi öneririm, cünkü mekan oldukca ufak.. Ama bir o kadar da samimi.. Isletmecileri Gönül ve Cenkhan… Gelip masaniza otursunlar, sizinle iki cift laflasinlar.. Gönül’le kadeh tokusturun.. Cenkhan size bir oryantal dans show yapsin…

Zarife meyhanesi, "Eyvah eyvah.." filminde Firuzan'in ciktigi mekanin hemen girisinde... Yani Zarife Zarifi'nin kizkardesi desek yalan olmaz. :)

Zarife meyhanesi, "Eyvah eyvah.." filminde Firuzan'in ciktigi mekanin hemen girisinde... Yani Zarife Zarifi'nin kizkardesi desek yalan olmaz. 🙂

Rakilari harika mezelerle kombine edin.. Mümkünse balik köftesi ve hamsi yiyin… Fasil ekibiyle beraber söyleyin, mümkünse kalkip sikir-sikir oynayin…

Zarife meyhanesi sahsinda reenkarne olan eski Istanbul meyhanelerinin havasini soluyun doyasiya.. 🙂

Fiyatlar icin sizi yine Savas Özbey’e havale ediyorum ->“Garbarek çalan meyhane”

Saat 24-open end arasi: Eelence’nin yeni mekani, tabii girebilirseniz!

Zarife‘de yediniz ictiniz ve nitekim biraz harekete ihtiyaciniz var…

Dogruca Asmalimescit’deki Eelence’ye gidin.. Tiklim tikis mekanda eski Türk pop sarkilarinin kitleyle beraber bagira bagira söyleyin..

Eelence tiklim-tikis oldugu icin mi eglenceli, yoksa eglenceli oldugu icin mi tiklim-tikis bilinmez.. Tavuk-yumurta iliskisi gibi.. :)

Eelence tiklim-tikis oldugu icin mi eglenceli, yoksa eglenceli oldugu icin mi tiklim-tikis bilinmez.. Tavuk-yumurta iliskisi gibi.. 🙂

Zip-zip-ziplayin… Besiktasli Sergen’in yanindaki hatunlarin asil amaci üzerine kafa yorun…
Icin, ama isemeyi aklinizdan cikarip öyle icin…
Fiyatlar icin sizi son kez Savas Özbey’e havale ediyorum -> “Eelenecek yer bulaman Asmalı’da DEOBS olmasa”

Eger hala ayakta durabiliyorsaniz bir de iskembeciye gidin… Burada olanaklar sinirsiz..

O yüzden iskembecinin secimine ben artik karismiyorum…

Hadi Istanbul gazaniz mübarek ola… 🙂

NOT: Savas Özbey de zevkli herifmis.. 🙂 Ama Eelence disindakileri kendimiz kesfettik netekim…
2. NOT: Yeahh, Sepet forever!!! Et oui, je m’aime!

Click here for English......

Aylardir blogum öksüz kaldi, oysa hayat elbette ki devam ediyor pek sevgili okurlarim..
Yani bisey yazmiyo olmam kendimi dondurdugum ve hic bi halt karistirmadigim anlamina gelmiyor…
Tam tersine: Eger bisey yazmiyorsam, anlayin ki zamansizliktan!

Nitekim son bir-iki ayda bazi yeni kesiflerde bulundum ve bunlari yazmanin tam zamani..

Genelde Cuma ögleden sonralari bir burukluk kaplar icimi…
Eger Istanbul’da degilsem veya ona alternatif olabilecek sehirlerden birinde, bir nevi “Bu haftasonu ne halt edecegim” panik atagi yasamaya baslarim…

Yine böyle bir Cuma ögleden sonra kös kös bunalmaktayken, aklima esti ve Berlin’deki dostumu aradim..
Ve yaklasik yarim saat sonra Sepetmobil’imle isik hizi bariyerini asaraktan Berlin’e ucmaktaydim..

Berlin sürprizlerle dolu bir sehir, o yüzden cok seviyorum orayi.. Insanlari keyifli… Istanbul’un aksine her yere dalabiliyor ve üc-bes laflayabileceginiz birilerini bulabiliyorsunuz… Ve bu insanlari bir daha asla görmeyeceginizi bile bile anin tadini mükemmelen cikarabiliyorsunuz..

Neyse Cumartesi aksami oldu ve yaklasik 5 ila 8 kisilik bir grupla daldik geceye..
Önce Friedrichshain’deki mekanlari dolastik… Yanyana bisürü club… Ama bende bir tatminsizlik ki, sormayin gitsin…

Derken gecenin ikisinde cebim caldi ve müjdeli haberi aldim: “Berghain’de fazla kuyruk yok ve milleti iceriye aliyorlar, hemen atla gel!”

Berghain N. Y. Times Dergisi’nce “Dünyanin en iyi tekno clubi” ilan edilen efsanevi bir yer..
Adini duymustum ama yanimdakiler “Bos ver, nasilsa giremeyiz” dedikleri icin, gitmeye tesebbüs etmemistim..

Disaridan bakinca Berghain daha cok fabrikaya benziyor...

Disaridan bakinca Berghain daha cok fabrikaya benziyor...

Berghain’i bu kadar dillere düsüren birkac özelligi var:
Ilki inanilmaz strict kapi politikasi.. Yüzü piercinglerle dolu bir kapi sefi var.. Ve herif o aksam keyfine göre kimseyi iceriye almayabiliyor… Bir kere girmis olmaniz bir daha girebileceginizi asla garantilemiyor.. Adam enerjine bakiyor ve son derece sakin bir sekilde “Hadi canim anca gidersin, arkadasini da yaninda götürmeyi unutma..” diyor ve olay orada bitiyor..

Ikinci özelligi, hedonizmin tapinaklarindan birisi olmasi… Iceride inanilmaz karisik bir topluluk var, yaklasik 1500 kisi, gay orani %50’lerde ve dark roomlari pek bir meshur.. Bir rivayete göre bazi partilerde drug tepsileri dolasiyormus..

Ücüncü özelligi dj kalitesi… Dünyanin en iyileri orada caliyor… Modunuzun düsmesine izin verecek bir monotonlugu asla yasatmiyorlar size.. O kadar ki, zamanin gectigini bile farketmiyorsunuz…

Diger özelliklerini girince görecegiz…

Gittigimizde gercekten de sadece 20 dakika bekleyip iceriye girdik.. Üstümüzü didik didik aradilar… Giris 10-20 Euro gibi biseydi sanirim.. Pek hatirlamiyorum…
Üc katli eski bir fabrika binasi.. Ilk giriste dev bir vestiyer var… Tavsiyem herseyinizi orada birakmaniz… Cünkü vücudunuzdaki en ufak fazlalik sizi iki saat sonra rahatsiz edecektir.. Neyse esyalarimizi verip ikinci kata cikiyoruz…

Sert bir tekno caliyor, vücutlarinin üst kismi ciplak bodyci gaylerin de göze battigi yaklasik 1000 kisilik bir kat burasi… Mekan tiklim tiklim… Herkesin kafa 1500, herkes mutlu, inanilmaz bir enerji var iceride… Herkes size gülümsüyor ve dans ediyor..

Uzun zamandir böyle bir enerji yasamadim ben…

Berghain'deki enerji sizin yorulmaniza izin vermiyor...

Berghain'deki enerji sizin yorulmaniza izin vermiyor...

Ikinci kata cikiyoruz… Orasi biraz daha yumusak caliyor.. Bara gidip ickimi aliyorum.. Fiyatlar son derece makul, 6-7 Euro civari.. Kokteyller süper!

Yani harflerden olusan bir blog yazisinda bazi seyleri anlatmak cok zor… O yüzden en iyisi sayilarla konusayim..
O gece yaklasik 6 saat mükemmel bir ritm esliginde zipladim..
Bu arada sürekli elimde ickim vardi ve hicbir seferinde barmenler bana gülümsemeyi unutmadilar… Ve yine hicbir seferinde barda birilerini itip kakmak zorunda kalmadim ickime ulasabilmek icin, mekan tiklim tiklim dolu olmasina ragmen hem de!
Yaklasik 3-4 kisi benimle flört etti, yarisi hemcimsim, yarisi karsi cinstendi.. Elbette hepsini reddettim (cünkü ben sahipli ve sadik bir sepetim cok sükür..) ve hic bir tanesi de buna bozulup israr etmedi…
Gecenin sonunda harcadigim toplam para en fazla 40 Euro filandi ve bu bence cok makul bir fiyat..

Sabah günesin dogmasiyla beraber artik eve gitmeye karar verdik..
Pazar sabahi saat sekizde mekandan ciktigimizda, kapidaki kuyruk aynen duruyordu!
Millet günes gözlüklerini takmis Berghain’e girmeyi bekliyordu sabirla!

Bu görüntü bile Times’a hak vermeme yetti..

Eger “Tekno cenneti nerede?” diye sorarlarsa cevabim Berlin’deki Berghain…

Ve ben cennetin kapisindan gecebilen günahsiz kullardanim! 🙂

Click here for English......

0 Feiern in Istanbul….

sepsepet to Uncategorized @ 17:12  

Create your own video slideshow at animoto.com.

Click here for English......

1 U2 Istanbul konserinde yuhalandi :)

sepsepet to Sepet @ 22:02  

Evet sevgili okurlarim, U2 konserinde beklenildigi üzere olan oldu…
Bono, dogu-bati üzerine yorum yapmaya ve kendine ödemeyi yapan siyasi kisiliklere de tesekkür etmeye kalkti..
Sunuc olarak yuhalaninca da aniden politika yapmaktan vazgecti.. 🙂
Buradan kendisine yabanci bi sarkici olusunu net bi sekilde tek heceyle hatirlatan Istanbul seyircisine saygilarimi sunarim..
Aferim lan! 🙂

Click here for English......

Son duragimiz San Francisco… Acikcasi meraktan ölüyoruz.. Yola cikmadan önce herkes hemfikirdi: “San Francisco’yu cok seveceksiniz!”

Saat aksam dört gibi yine shuttle ile havaalanindan aliniyoruz ve otelimize check-in yapiyoruz: Nob Hill’de Grosvenor Suites’de kalacagiz..

Otelimiz oldukca merkezi bir yerde.. China Town, Little Italy ve Fishermens Warf’a cok yakiniz..

Meshur tramvaylarin gectigi Powell Street hemen 30 metre ötemizde.. Oradan asagiya inince Union Square’e variyorsunuz, biraz ileriden ise meshur Market Street geciyor zaten..

Odamizin cok güzel bir manzarasi var.. Odanin kendisi ise 70’lerden kalma, oldukca eski.. Ama bir duvari tamamen aynayla kapli.. 🙂 “We love fantezya…”

Otelimizin manzarasi böleydi iste.. :)

Otelimizin manzarasi böyleydi iste.. 🙂

Cok gec olmadan cikmaya karar veriyoruz..

Tramvaya binmek 5 dolar.. Ama 3 günlük biletler var.. Fiyatlari 20 dolar.. Onlardan alip üc gün boyunca sinirsiz tüm toplu ulasim araclarina binebiliyorsunuz..

Yokustan asagiya yürüyoruz.. Manzara gercekten cok güzel.. Yokuslar insani büyülüyor.. Tabii yokus asagiya yürüdügünüz sürece.. 🙂

Yokuslar ve tramvaylar.. Iste San Francisco.. Yokus yukariya yürümek mi? Iste o tam bir felaket! :)

Yokuslar ve tramvaylar.. Iste San Francisco.. Yokus yukariya yürümek mi? Iste o tam bir felaket! 🙂

Union Square’e inerken birsürü alisveris imkani var..

Marketler, butikler, publar, restoranlar, sanat galerileri…

Union Square gündüzleri de geceleri de oldukca canli..

Union Square gündüzleri de geceleri de oldukca canli..

Klasik yine kendimizden geciyoruz ve alisveris moduna giriyoruz..

Yaklasik iki saat sonra bir daha Los Angeles’deki hataya düsmüyoruz ve aldiklarimizi otele geri birakip yola yeniden cikiyoruz.. 🙂

Hedef Milk filmine de konu olan meshur gay mahallesi Castro!

Market Street’e inip oradan F tramvayina biniyoruz, son durak Castro..

Gay Cumhuriyeti'ne hos geldiniz! Castro'nun heryeri gökkusagi bayraklari ile dolu... Ve tamamiyle ticarete dökmüsler herseyi..

Gay Cumhuriyeti'ne hos geldiniz! Castro'nun heryeri gökkusagi bayraklari ile dolu... Ve tamamiyle ticarete dökmüsler herseyi..

Caddeye varinca bayraklar dikkatinizi cekiyor önce.. Sokaklar hep erkek dolu, kadin orani yüzde 1’lerde… Gidip bir yerde birseyler yiyelim diyoruz..

Bilenler bilir.. Secildikten üc hafta sonra makaminda vurulan San Francisco belediye meclisinin gay üyesi Harvey Milk’in gecen sene bir filmi cekilip, oldukca da sükse yapmisti..

Iste Castro’nun tüccar gayleri bu dalgadan oldugu gibi faydalanmislar..

Her yerde Milk’in resimleri falan filan.. Bir yanda “Turist otobüslerinin bu caddeye girmesi yasaktir!” yazan tabelalar, öte yandan inanilmaz ticari bir bakis acisi..

Acikcasi biraz hayal kirikligina ugruyorum… Ama burasi Amerika, kapitalizmin kalesi!

Bascat was here!

Bascat was here!

Nitekim adi Harvey’s olan bir cafeye oturuyoruz ve yemek arti birer Long Island Ice Tea ismarliyoruz.. Ice Tea’lerimizi ictikten sonra kafayi buluyoruz.. 🙂

Cikip baska bir mekana gitmeye karar veriyoruz..

Iceriden seksenler müzigi duyulan bir mekanin önünde durup sonra da buraya girmeye karar veriyoruz.

Mekanin adi Q Bar…

Sevgili okurlarim, meger happy hour degil miymis.. 🙂

Tanesi 1 dolara tekilalar, viskiler, cin-tonikler… Tanrim cenneteyim.. Yasasinnnnn!!! 🙂

Tam ickilere sevinirken garsonun teki gelip önce altimizdaki tabureleri, ardindan da masamizi aliyor.. Icerisinin görüntüsü bir anda degisiyor…

Nereden geldigi belli olmayan birsürü insan iceriye akin ediyor.. DJ müzik tarzini degistiriyor… Ve birdenbire oturdugumuz sakin bar bir cluba dönüsüyor..

Arkadas saat aksamin dokuzu ve günlerden pazartesi! Nasil yani?!

Bardan cluba bu denli hizli bir metamorfozu ancak Amerika'da yasayabilirsiniz! :)

Bardan cluba bu denli hizli bir metamorfozu ancak Amerika'da yasayabilirsiniz! 🙂

Saat gecenin onikisinde dansetmekten canimiz cikmis olarak ve zilzurna bir halde Q Bar’dan cikip bir taksiye atliyoruz, yallah otele..

Keyfimiz süper! 🙂

Bu San Francisco’yu biz pek sevdik netekim!

Ertesi sabah kalkip kahvaltimizi ediyoruz.. Bu sefer kahvaltilar otelden..

Sonra da yine alisveris turuna cikiyoruz.. Gelirken dünya kadar siparis vermis es-dost-akraba… Onlari tamamlamamiz saatlerimizi aliyor.. Ögleden sonra nihayet otele geri dönebiliyoruz…

Biraz soluklanip sonra China Town’a daliyoruz… Tramvayla yokuslari inip cikmak inanilmaz keyifli.. 🙂

China Town’da biraz bakinip sonra bir Cin lokantasina giriyoruz.. Yemekler gayet güzel, porsiyonlar inanilmaz büyük, fiyatlar da tuzlu.. 60 dolar ödeyip cikiyoruz…

Chinatown bizim Misir Carsisi gibi... Geceleri ise oldukca issiz..

Chinatown bizim Misir Carsisi gibi... Geceleri ise oldukca issiz..

San Francisco’ya özgü bir durum degil, tam bir Amerikan özelligi bu…

Burada her millet kendi mahallesini yaratmis.. Öyleki bir sokaktan ötekine geciyorsunuz ve birdenbire kendinizi baska bir kültürel ortamda buluyorsunuz..

Dikkatimi ceken baska bir sey de Ingilizce’nin pek de iyi konusulmadigi oldu…

Yani herkes birbirini bir sekilde anliyor ama kimsenin mükemmel bir Ingilizce konustugunu duymuyorsunuz…

Herkes catpat konusuyor yani.. Avrupa icin düsünülmeyecek bir sey bu.. Yani Avrupa’da o ülkenin lisanini oldukca iyi konusamiyorsaniz is bulmakta oldukca zorlanirsiniz…

Amerika ise o konuda cok farkli.. Bence ABD’de okumak icin girilen TOEFL sinavlarini buradakilere yapsalar %80’i aynen yetersiz cikar valla! 🙂

Dikkatimi ceken diger birsey ise sokaklarda dolanan tipler oldu… Yani bence Amerikan filmleri hic de yaratici degil, adamlar sokaga cikip belgesel cekiyorlar.. 🙂 O kadar!

Amerika'nin tüm sokaklari film seti gibi.. :) Hele de insanlari...

Amerika'nin tüm sokaklari film seti gibi.. 🙂 Hele de insanlari...

Ertesi gün yolumuz Fishermens Warf’a düsüyor..

Oranin da en meshur yeri Pier 39.. Yani 39 numarali rihtim…

Gercekten de cok güzel, keyifli bir ortam.. Heryer deniz ürünleri satan lokantalarla dolu…

Önce rihtimi dolasip manzaranin tadini cikariyoruz… Sansimiza hava güzel ama rüzgarli…

Pier 39'da cok keyifli alisveris edebilir ve yemek yiyebilirsiniz..

Pier 39'da cok keyifli alisveris edebilir ve yemek yiyebilirsiniz..

Sonra ani bir kararla Golden Gate köprüsüne bir tekne turu yapmaya karar veriyoruz..

Turun fiyati adam basi 24 dolar ve yaklasik 1 saat sürüyor…

Pier 39’dan kalkip yine ayni yere dönüyor.. Golden Gate köprüsünün yani sira meshur Alcatraz adasini da yakindan görebiliyorsunuz.. Alcatraz bizim Imrali gibi.. Tek farki artik turistik bir atraksiyon olmasi..

Alin size birkac resim:

Pier 39'un denizden görünümü bu sekilde..

Pier 39'un denizden görünümü bu sekilde..

Pier 39'un icinde deniz ayilari özgürce güneslenebiliyorlar.. :)

Pier 39'un icinde deniz ayilari özgürce güneslenebiliyorlar.. 🙂

Alcatraz adasi ve Golden Gate köprüsü...

Alcatraz adasi ve Golden Gate köprüsü...

Meshur kirmizi Golden Gate de bu iste.. Altinda cektigimiz resimleri burada ifsa etmem yasak netekim.. :)

Meshur kirmizi Golden Gate de bu iste.. Altinda cektigimiz resimleri burada ifsa etmem yasak netekim.. 🙂

Tekneden indigimizde inanilmaz acikmis oldugumuzu farkediyoruz..

Aynen rihtimdaki balik lokantalarini dolasmaya basliyoruz..

Sonunda oturmak yerine ayakta disarida yemeyi tercih ediyoruz…

Özellikle kizarmis yengeclere bayildim valla…. 🙂

Yummy!! :) Ve de 30 dolar...

Yummy!! 🙂 Ve de 30 dolar...

Dönüste yine tramvaya binmeye karar veriyoruz ve sira beklemek zorunda kaliyoruz.. Yaklasik bir saat bekledikten sonra nihayet tramvaya binebiliyoruz..

Bu arada tramvaylarin nasil tornistan edildigini de görme firsati yakalamis oluyoruz..

Cok basit bir mekanizmalari var: tramvaylari bir platforma itip döndürüyorlar.. Tamamiyle insan gücü ile.. 🙂

Insan gücüyle ceviriyorlar tramvaylarin yönünü.. :)

Insan gücüyle ceviriyorlar tramvaylarin yönünü.. 🙂

Bu günü de böylece bitiriyoruz..

Ertesi gün istikamet Latino Mahallesi Mission ve Italyan Mahallesi…

Acikcasi Italyan mahallesi ne kadar bos ise Latino Mahallesi de o oranda dolu..

Italyan Mahallesi’nde San Francisco’nun en harika pizzasini yiyoruz.. Mekanin adi Tony’s Pizza Napoletana..

Uluslararasi ödüllü pizzalari gercekten de mükemmel.. Iki kisi 65 dolara cikiyoruz..

Bu arada aklima gelmisken bahsis konusuna bir aciklik getireyim burada:

Amerika’da bahsis, ödenmesi gereken %10’luk ek bir ücret.. Ister restoranda olun ister taksiye binin, farketmiyor..

Otomatik olarak fiyata %10 eklemeniz burada normal…

Restoranlarda bazen hesaba dahil edilmis olarak da geliyor.. Ancak onu faturada görüyorsunuz zaten..

Gelelim meshur Latino Mahallesi’ne…

Acikcasi buralar beni biraz tedirgin ediyor.. Zaten ortalikta normalden fazla polis dolaniyor….

Latino mahellesinde bir trafik kazasi olunca, dört polis otosu birden siren calarak geliyor valla.. Gözümüzle gördük!

Latino mahellesinde bir trafik kazasi olunca, dört polis otosu birden siren calarak geliyor valla.. Gözümüzle gördük!

Yani aslinda adamlarin size birsey yaptigi yok ama sanki gece Tarlabasi’nda dolasiyor gibisiniz..

Dikkatli olmakta fayda var…

Burada beni etkileyen iki sey oldu.. Birincisi harika graffitiler..

Tüm duvarlar tablo gibi..

Mission Street'deki graffitiler bu güne dek gördügüm en güzel eserler..

Mission Street'deki graffitiler bu güne dek gördügüm en güzel eserler..

Ikincisi ise Mission Street’e paralel giden Virginia Street’in tamamiyle Anglosakson Amerikan tarzi olmasi… Yani arada 50 metre var ve tamamiyle farkli iki kültür yanyana yasiyor…

Yag ve su gibi ayrismislar..

Böylece dolana dolana aksami ediyoruz…

San Francisco’daki son aksamimiz.. Yarin 24 saatlik geri dönüs yolumuza cikacagiz…

Hüzünlüyüz acikcasi… Bir daha yolumuz kimbilir ne zaman düsecek buralara..

Aslina bakarsaniz aklimizdan gecmedi degil buralara yerlesmek…

Belli de olmaz, insanoglu kus misali… 🙂

Aksam efkarlanip kendimi bu seyahatte yeniden kesfettigim bir ickiye veriyorum..

Sevgili Bloody Mary’ye… 🙂

Favori kokteylimmm.. :)

Favori kokteylimmm.. 🙂

Click here for English......

0 Melekler sehriyle frekansim uyusmadi…

sepsepet to Travelcattttt @ 12:36  

Ucakta cam kenarinda oturdugum icin Los Angeles’i tepeden iyice inceleme firsati buldum… Aklima tastamam Weeds dizisi geldi… Bilenler bilir, Weeds’de kocasini kaybetmis iki cocuk anasi bir hatun, Los Angeles yakinlarindaki hayali Agrestic kasabasindaki görüntüde son derece normal vatandaslara marihuana satarak hayatini kazanmaktadir…

Iste tepeden bakinca Los Angeles’in etrafinin onlarca öyle yapay kasabayla cevrilmis oldugunu görüyorsunuz… Eglenceli bir görüntü…

Neyse ucagimiz iniyor, havaalani binasindan bavullarimizi alip cikiyoruz.. Bizi alacak olan shuttle otobüsünü beklemeye basliyoruz… Burada  hava Las Vegas’a göre cok daha serin… Yani yaklasik 30-32 derece gibi.. 🙂 Millet cok relaxed bir görüntü ciziyor.. Otobüse atliyor ve Union Station denilen bizim Sirkeci’de iniyoruz…

Oradan da taksi ve hoop otelimizdeyiz… Miyako Otel, Booking.com’da 10 üzerinden 8 gibi puan almisti.. 3 yildizli bir otel… Little Tokio’nun tam göbeginde bir Japon  oteli…

Odamiz vasat ama otel inanilmaz temiz.. Vegas’daki otelle kiyas bile edilemez… Ama Sunset Strip denilen bölgeye (ki asil eglence mekanlari orada!) ve Hollywood’a en az 15 km mesafedeyiz…

O bölgeye bir taksi en az 30-35 dolar.. Evet metro var ama insan evsizlerin arasindan gecenin bir saati gecip de o metroya-otobüslere binmeye cekiniyor valla… O bölgeden tutacagimiz esdeger bir otelin maliyeti de bize bu otelin iki misline malolacak… Icinden cikilmaz bir durum…

Ilk gün Little Tokio’da takilalim sushi-sashimi filan yiyelim diyoruz.. Salas bir lokantaya giriyoruz… Bir kadin bizi karsiliyor.. Allah, tam turist muamelesi görüyoruz… Inanilmaz sushi tabaklari, sakiler falan filan… Sonunda da 45 dolarlik bir hesap.. “Canimin ici” benimle dalga geciyor “Teyzemle ahbap oldunuz..” diye.. Oysa ben sadece Amerikalilar gibi kibar olmaya calisiyordum valla…

Little Tokio'nun sushileri en azindan görüntüde mükemmeller.. Tadlari mi: Eh iste... :)

Little Tokio'nun sushileri en azindan görüntüde mükemmeller.. Tadlari mi: Eh iste... 🙂

Neyse, o geceyi öyle bitirdik.. Daha dogrusu sabah 4:30’a dek… Cünkü sevgili okurlarim, inanin o sehirde her sabah saat 4:30’da kalkma basarisini ve travmasini yasadim…

Ertesi sabah saat 8:30 ve karnimiz zil caliyor… iPhone’dan yakinlarda bir kahvaltici ariyoruz ve de buluyoruz… Downtown’un sokaklarini arsinlayarak hedefe dogru ilerliyoruz… Cekebilmeyi inanin cok isterdim, ama hem etik olarak yanlis buldugumdan hem de götüm yemediginden evsizlerin resimlerini cekmedim… O kadar coklar ki… Ilginc olani da su: Evsizlik yas, irk, cinsiyet filan dinlemiyor… Her cinsten insan birtakim yardim bürolarinin önünde toplasmislar, bekliyorlar… Bir kismi cidden bizim meczup dedigimiz türden.. Üstleri baslari paramparca, idrar kokuyorlar…

Iste Amerikan rüyasinin sonu dedikleri bu olsa gerek… Insan bu ülkede yasamaya korkuyor böylelerini görünce… Yani Türkiye’de olsa bir akraban, dostun sana sahip cikar.. Avrupa’da devlet sahip cikar… Ama burada ne devletin umurundasin ne de bir tanidigin seni görmek istiyor…

Neyse bu sevimsiz manzaralarin arasindan nihayet Nickel denilen kahvalticiya ulasiyoruz… Cok sevimli bir mekan… Calisanlarin modu cok yüksek, hem kibarlar hem de kendi aralarinda sakalasip duruyorlar.. Belli ki asciyla garson kizlardan birinin arasinda biseyler dönüyor.. Müsterilerin kimisi gazete okuyor… Oturup klasik Amerikan kahvaltimizi ismarliyoruz… Cirpilmis yumurta, French taost ve bana da Dutch Style (yani ince!) elmali tarcinli pancake… Bir de kahve…

Nickel tipik bir Amerikan kahvalticisi... Bir de kapisindaki evsizler olmasa..

Nickel tipik bir Amerikan kahvalticisi... Bir de kapisindaki evsizler olmasa..

Simdi kahve olayinin bu memlekette bir özelligi var.. Bir kere ismarliyorsun.. Adi “regular” kahve… Sen masadan kalkana dek habire fincanini dolduruyorlar… Yani bir cesit kahve flat’i var.. Bunu ben cok sevdim valla… 🙂

Kahvaltidan sonra metroya atlayip Hollywood’a gidiyoruz… Orada direk Walk of Fame’in üzerinde buluyoruz kendimizi.. Daha görmemiz gereken bisürü sey var…

Bikere Hollywood yazisini görecegiz… Sonra Sunset Strip’i görecegiz.. Sonra Beverly Hills’deki villalari görecegiz… Bir ara Venice Beach ve Redondo Beach’a gitmemiz lazim.. Bu arada Melrose’u ve Mulholland Drive’i da tabii ki görmemiz gerekiyor… Üstelik bunlarin hepsini otobüs-metro ile görecegiz!!!

Simdi L.A.’yi bilen okurlarim bunlari okuyup yarila yarila gülüyor olmalilar… Ama inanin o ilk günde gercekten de bunlari basarabilecegimize yönelik inancimiz tamdi… 🙂

Ilk olarak Sunset Strip’e bir bakmaya karar veriyoruz… Sunset Bulvari’ndan o istikamete yürümeye basliyoruz.. Bu arada bende sürekli bir karsilastirma modu süregelmekte… “Aaaa, burasi Etiler gibi, burasi Arnavutköy gibi…” Sevgilim bu huyuma felaket gicik oluyor ama fazla birsey söylemiyor… Yürümeye basladigimiz evin numarasi 6300 gibi biseydi.. Bir süre sonra 7200’lere filan geldigimizde dev bir ayakkabi magazasi ile karsilasiyoruz… Ve girme gafletinde bulunuyoruz…

ABD'de hersey dev boyutta, ayakkabicilar da.. Ve fiyatlar inanilmaz ucuz.. :)

ABD'de hersey dev boyutta, ayakkabicilar da.. Ve fiyatlar inanilmaz ucuz.. 🙂

Magazadan iki saat sonra elimizde posetlerle ciktigimizda ortalik sicaktan resmen kayniyor… Yaklasik 1000 ev numarasi kadar sonra elimizdeki posetler gittikce agirlasiyor..

Motive olabilmek icin bi pizza yemeye karar veriyoruz ve Sunset üzerindeki Bossa Nova isimli bir pizzaciya oturuyoruz.. Yaklasik iki mükemmel pizza ve dörder Corona sonra, dolu midelerimizle yola devam ediyoruz.. Lakin yol bir türlü bitmek bilmiyor: “Ulan ne caddeymis be!”

Arada bir su bir de nefes molasi verdikten sonra nihayet meshur Sunset Strip’e ve sonrasinda da Whisky-A-Go-Go’ya variyoruz… Saat aksamin 7’si.. Ve mekanin kapisinda kuyruk var!

Millet saat 6'da kuyruga giriyor, ve saat 8'de eglence basliyor.. Amerika'da eglence saatleri eski kitadan oldukca farkli.. :)

Millet saat 6'da kuyruga giriyor, ve saat 8'de eglence basliyor.. Amerika'da eglence saatleri eski kitadan oldukca farkli.. 🙂

Bu Amerika enteresan bir ülke.. Aksam 6-7 gibi yemek yiyorlar… Gece hayati 8-9 gibi basliyor ve geceyarisi 2’de tüm mekanlar kapaniyor.. Aslinda fena bir durum degil bu… Alismak gerekiyor sadece..

Bütün gün yürümüs olmanin verdigi yorgunluk ile aksam kendimizi icinde normal kazancli tek bir insanin olmadigi bir belediye otobüsüne atiyoruz… Downtown’a geldigimizde otobüste iki evsiz ile biz variz… Duragimizda inip otele gidiyoruz.. Kafamizda kesin olan iki sey var: 1.Bu gece uyunacak! 2.Yarin bir araba kiralanacak! Horrrr…

Ertesi gün kalkip kahvaltimizi ediyoruz ve akabinde Union Station’daki Budget’e gidip kendimize en ekonomik arabayi kiraliyoruz: Hyundai Elantra… Türkiye’deki tarifiyle “Fullun fulu”.. 🙂

Bundan sonrasi artik cok kolay.. Özgürüz ve deliler gibi geziyoruz.. Ilk hedef meshur Hollywood yazisi.. Allahtan GPS var arabada.. Iki kez Mulholland Drive’i gezdikten sonra nihayet buluyoruz yaziya giden yolu… Bu arada benim keyfim cok yerinde.. Inanilmaz bir radyo kanali buluyorum.. Sanki bir filmin basrolünü oynuyor gibiyim.. Fonda müthis bir müzik, cevremde sadece filmlerde gördügüm tiplemeler, arabalar… Filmlerdeki kovalamaca sahnelerinin gectigi caddelerden geciyorumm.. Yiii-haaaa… 🙂

Iste orada, daha da yakina gitmenin imkani yok netekim... :)

Iste orada, daha da yakina gitmenin imkani yok netekim... 🙂

Hollywood yazisinin bulundugu tepeden Hollywood Bulvarina gidiyoruz… Niyetimiz biseyler atistirmak.. Ara sokaklarin birisinde bir park yeri bulup caddeye cikiyoruz.. Bu arada adamlar park olayini ciddi asmislar, bahsetmeden gecemeyecegim… Sokak kenarlarinda park saatleri var.. Ve bunlar kredi kartlariyla ödenebiliyor.. Parasi ödenmisse kenardaki isiklar yesil yanip sönüyor, para bitmisse kirmizi.. Böylelikle inanilmaz hizli ceza yazip arabanizi cekebiliyorlar.. Cok pratik.. 🙂

Neyse Hollywood Bulvari inanilmaz canli.. Üzerinde tüm turistik atraksiyonlar mevcut, adeta Sultanahmet canliliginda.. 🙂

Hollywood Bulvari bir film seti gibi.. :)

Hollywood Bulvari bir film seti gibi.. 🙂

Ögle yemegimizi yiyip bulvari geziyoruz.. “Peki simdi ne yapsak?” diye düsünürken birden aklimiza Beverly Hills’deki süper lüks evleri görme fikri geliyor.. Iki saat filan sokak sokak tüm Beverly Hills’i geziyoruz.. Inanilmaz ilginc evler var… Ama sokaklar bombos.. Klimali bir arabayla dolasinca bir sorun yok, ama yürüyerek gezmenizi asla tavsiye etmem valla…

Gün böylece aksam oluyor.. Aksama ne yapsak? Tabii ki istikamet Sunset Strip.. Orada bir gün önce tespit ettigimiz bir mekan vardi.. Biraz Teksas havasi olan bir yer: Saddle Ranch.. Icinde mekanik bir bogaya binip rodeo da yapabiliyorsunuz… 🙂

Tabii biz agir takildigimiz icin bize teklif edilmesine ragmen kibarca reddediyoruz.. “Elalemin önünde rezil olacazzz sonra..” 🙂 Orada mükemmel bir Meksika usulü aksam yemegi yiyiyoruz… Favori iceceklerimiz Meksika birasi Corona…

Saddle Ranch'de aksam yemegi cok keyifli geciyor.. :)

Saddle Ranch'de aksam yemegi cok keyifli geciyor.. 🙂

Yemekten sonra meshur Roxy’ye gidiyoruz.. Iceride punk bir grup canli caliyor.. Pek dolu degil ama müzik iyi.. Gece bir gibi artik otele kacmaya karar veriyoruz.. Ertesi gün fit olmamiz gerekiyor: ne de olsa Pasifik’de yüzecegiz.. 🙂

Sabah erkenden kalkip yollara düsüyoruz.. Bu arada Amerika’da Highway’de araba kullanmak inanilmaz keyifli.. Adamlar biz Türkler gibi kuralsizliklara karsi temkinliler, öte yandan Almanlar gibi kurallara uymaya da calisiyorlar.. Ortaya cikan son derece keyifli bir sürüs imkani oluyor.. Hem müzik de iyi.. 🙂

Ilk hedefimiz Venice Beach.. Kahvaltimizi da orada edecegiz.. Ama itiraf etmeliyim ki orada ettigim kahvalti Amerika’da ettigim en berbat kahvaltiydi.. Neyse kahvaltidan sonra Venice Beach’in rihtimina gidiyoruz..

Aman Tanrim! Flashforward’in ilk sahnesindeki rihtim degil mi bu?! 🙂

Insan bu manzarayi görünce kafasina sikmak istemiyor valla.. Demek ki Flashforward'daki herif gercekten psikopatmis.. :)

Insan bu manzarayi görünce kafasina sikmak istemiyor valla.. Demek ki Flashforward'daki herif gercekten psikopatmis.. 🙂

Rihtim inanilmaz uzun.. Üzeri balik avlayan Latino’larla dolu..

Aslinda plaj da halk plaji zaten…

Her yer Latino dolu.. Bir de dalga sörfü yapan sörfcülerle..

Venice Beach rihtiminin üstü balik avlayan Latinolar ve turistlerle dolu..

Venice Beach rihtiminin üstü balik avlayan Latinolar ve turistlerle dolu..

Bosuna heveslenmeyin, yüzmenin hic imkani yok, cünkü okyanus inanilmaz dalgali.. Millet dalga sörfü yapiyor zaten..

Ama 2-3 metrelik dalgalarin üzerine atlamak inanilmaz keyifli – ve de tehlikeli! Cünkü dalga geri cekilirken ayaginizin altindan kumlari da cekip aliyor..

Dikkat etmezseniz bogulmaniz isten bile degil…

Sörfcüler sabahtan aksama dek dalga bekliyorlar.. :) Horrrr....

Sörfcüler sabahtan aksama dek dalga bekliyorlar.. 🙂 Horrrr....

Venice Beach’de birkac saat takilip oradan da Redondo Beach’a geciyoruz… Orasi iyice panayir yeri gibi… Biraz moralimiz bozuluyor.. Biraz daha kaliteli bir kitle beklerken hayal kirikligina ugruyoruz acikcasi… Orada da bir iki saat güneslenip sehre geri dönüyoruz..

Dönüste tamamiyle tesadüfen Santa Monica Bulvari’ndaki gay stripi kesfediyoruz.. Iceride striptiz yapan dansci erkeklerin bulundugu gay barlarla, gayet kaliteli butik cafeler ayni cadde üzerinde yanyana siralanmislar… Otele gidip üzerimizi degistiriyoruz ve yemege yeniden buraya geliyoruz…

Santa Monica Bulvarinin bir kismi tamamiyle gay mekanlarla dolu...

Santa Monica Bulvarinin bir kismi tamamiyle gay mekanlarla dolu...

Los Angeles’deki son gecemiz de keyifli bir cafede bir sise Kaliforniya Santa Barbara Chardonnay’si ve güzel bir Italyan yemegi esliginde sona eriyor..

Kissadan hisse: Los Angeles’de sosyeteden bir tanidiginiz varsa mutlaka uzun süreli gidin, cünkü bence asil eglence Beverly Hills’deki o muhtesem evlerin icinde yasaniyor..

Aksi halde maksimum üc günde altinizda bir araba ile herseyi görürsünüz.. 🙂

Click here for English......

“Artik kendisinden bahsetmemem gereken canimin ici” gecen sene hedefi belirlediginde kendinden cok emindi: “Gelecek yaz Las Vegas’a gidiyoruz!”

Aslina bakarsaniz sevgili okurlarim, ben ucak biletlerini aldigimiz o aksama dek, bunun gerceklesebilecegine pek ihtimal vermiyordum.. Ama her zamanki gibi karsimdakinin dedigi dedikti…

Sayili gün cabuk gecermis… Nihayet o büyük gün geldi.. Ucagimiz Londra aktarmali.. Önce ücbucuk saat Londra’ya ucacagiz.. Orada bikac saat oyalandiktan sonra atlayacagiz yine ucaga… Istikamet Las Vegas…

Heathrow Havaalani güzel bir yer.. Ici pub ve restoran dolu.. Biz Wagamama’ya gittik.. Galiba Istanbul’dakinden daha iyiymis.. Ben bilemiyorum, “canimin ici” öyle dedi…

Benim asil begendigim, kizarmis patates ile Stella Artois’lari götürdügüm pub oldu.. Adamlar mükemmel patates kizartiyorlar valla! 

Tabii pimpiriklinin teki oldugum icin Istanbul’dan yola cikmadan önce karnimdan kendime bir tromboz ignesi yapmistim.. “Canimin ici”nin ise, kisa bir evici kovalamacadan sonra bu igneyi kesinlikle yaptirmayacagi ortaya cikmisti..

O yüzden biraz “Acaba sevgilim emboli olur mu?”, biraz da “Acaba okyanusa düstügümüzde yakinlarda Lost adasi bulur muyuz?” gibi karisik duygu ve düsüncelerle bindim dev ucaga…

Ucakta maalesef ekonomi ucmak durumundayiz… Yoksa diger seylere bütcemiz yetmeyecek… Okyanus ötesi ucuslarda kesinlikle ekonomi uculmamasi gerektigi söylenir durur.. Simdi ben de bu söylemin altina imzami atabilirim…

Yanimizda on saat boyunca ciglik cigliga bagiran bir pic kurusu.. Önümüzde ise Romen oldugunu ögrendigimiz bir öküz ile hayatimin en korkunc ucak yolculugunu gecirdim.. Pic kurusunun adini “Iblis” koyduk.. 🙂

Gerci ön koltuga monte ekranlardan film seyredebiliyorsunuz, ama bir süre sonra bacaklariniz bir sey hissetmez oluyor.. Ve bacaklariniz hizla siserken saatleri geri saymaya basliyorsunuz… Tam bir felaket yani…

Nihayet on saat sonunda inise gectik… Manzara gercekten mükemmel… Cölün ortasinda bir kumar cenneti..

Las Vegas'a hos geldik.. Yani nam-i diger Sin City'ye...

Las Vegas'a hos geldik.. Yani nam-i diger Sin City'ye...

Ucaktan iniyoruz.. Önce Amerikali gümrük görevlileri bizi karsiliyor… Parmak izlerimizi alip resimlerimizi cekiyorlar.. Artik resmen fisliyiz… Derken bavullarimizi alip havalanindan disariya adim atiyoruz…

Aman tanrim! Ikiyüzelli derecede bir firinda yemek pisirdiniz mi hic? Pizza filan hani… Pizzayi kontrol etmek istediginizde kapagi acarsiniz, yüzünüze inanilmaz sicak bir isi dalgasi carpar ya hani.. Iste Las Vegas’da gece gündüz acik firin kapagi önünde gibisiniz… Hava o kadar sicak ki sigara bile icilmiyor…

Bir taksi bulup otelimize gidiyoruz, Planet Hollywood’a… Odamiz on küsuruncu katta ve inanilmaz bir Vegas manzarasi var.. Seviniyoruz… Bu arada Planet Hollywood bir yaniyla da bizim Istanbul’daki Kanyon’a benziyor.. Alt katta dev bir alisveris merkezi var.. Millet odasindan cikip sabahlari bu merkezin icinde jogging yapiyor.. Sanki bir uzay gemisinde kaliyor gibiyiz.. Bu Amerikalilar ucmus yahu! 🙂

Ilk gecemiz ve bir damla uyumadan yirmidört saati yolda gecirmisiz.. Simdi normal olan yatip uyumaktir, degil mi?

Lakin nerdeee? Aynen asagi inip önce bir Strip turu yapip, ardindan kumarhaneye gidiyoruz ve ayni aksam bir miktar ütülüyoruz..

Las Vegas'da herseyin cakmasi var: Cakma Eyfel, cakma Luxor, cakma New York.. Ama kaybettiginiz dolarlar gercek, netekim! :)

Las Vegas'da herseyin cakmasi var: Cakma Eyfel, cakma Luxor, cakma New York.. Ama kaybettiginiz dolarlar gercek, netekim! 🙂

Bu arada kumarhanede sigara serbest ama hic kokmuyor.. Adamlar inanilmaz  bir havalandirma sistemi kurmuslar.. Bir de havaya sürekli oksijen pompaladiklari icin yorgunluk filan hissetmiyorsunuz.. Cin gibi masadan masaya gidiyorsunuz…

Nihayet gecenin birbucugunda yatmaya karar veriyoruz… Ve ben saat 4 bucukta, yani üc saat sonra aynen uyaniyorum! Zorla ikibucuk saat daha yatakta kalmayi basariyorum ama saat 7 gibi artik ayaklaniyorum…

Ilk gün kahvaltiya Sahara Avenue’da meshur bir yere gitmeye karar veriyoruz… Saat 9 gibi yola cikiyoruz.. Yürürüz deme gafletinde bulunuyoruz… Saat 10 bucuk gibi günes artik dayanilmaz bir hal aliyor.. Lakin taksi durdurmak ne mümkün.. Adamlar sadece otellerden kalkiyorlar.. Kendimizi zor bela Sahara Otel’e atip oradan bir taksiye biniyoruz… Kahvaltiyi filan bos verip Las Vegas Premium Outlet’e gidiyoruz..

Alisveris cilginligi denilen sey böyle birsey olsa gerek.. Inanilmaz ucuza dokuz saat alisveris yapip aksam saat 8 gibi otele dönüyoruz…

Bu arada ben hala 3 gündür 4 saat uykuyla duruyorum.. Ama otelde oksijeni yiyince yine cin gibi oluyorum… 🙂

Aksam Margaritaville diye bir mekana gidiyoruz.. Hamburger ve margarita iciyoruz… Arkadas, Sezar’in hakki Sezar’a, adamlar gercekten dünyanin en mükemmel hamburgerlerini yapiyorlar.. Önlerinde saygiyla egiliyorum! 🙂  

Amerika'da dünyanin en iyi hamburgerleri yapiliyor.. Gerisi laf-i güzaf! :)

Amerika'da dünyanin en iyi hamburgerleri yapiliyor.. Gerisi laf-i güzaf! 🙂

Oradan Flamingo Otele kumara gidiyoruz.. Black Jack’de masada kazaniyorum… Oradan Bellagio’ya gidiyoruz… Black Jack’de masada kaybediyorum.. Gecenin ikisi ve otele dönüp yatiyoruz.. Derken ikibucuk saat sonra – yani saat 4.30’da- ben yine cin gibi uyaniyorum! Saat 7’ye dek bir daha gözlerimi kapamayi basariyorum. Saat 8-9 gibi yine yollardayiz… 🙂

Bu sefer Harley Davidson adli bir mekana gidiyoruz kahvaltiya.. Gercekten mükemmel bir kahvalti ediyoruz.. Pancake, yumurta, french toast, bacon, vanilyali smoothie ve harika bir amerikan kahvesi.. Yaklasik 40-45 dolara cikiyoruz…

Harley Davidson'da ana tema Harley Davidson.. Motorlar tepemizde dolasirken biraz endiselenmedim degil... :)

Harley Davidson'da ana tema Harley Davidson.. Motorlar tepemizde dolasirken biraz endiselenmedim degil... 🙂

Bu arada iyicene bir yere gidip de 40 dolarin altina cikmayi hayal bile etmeyin.. Amerika’da ucuz olan yemek de otel de degil.. Ya da iyi bir yerde geceleyip, yemek yemek istiyorsaniz, parayi gözden cikaracaksiniz… Ama marka alisverisi gercekten cok ucuz…

Aksama Cirque du Soleil’e gitmeye karar veriyoruz… “O” icin bilet kalmamis, biz de “Ka”ya gidiyoruz.. Biletler 160 dolar ama yerimiz önden ikinci sira… Lakin klima öyle kuvvetli esiyor ki, üzerimizdeki tisörtlerin icinde bildiginiz donuyoruz..

Bu arada gösteri verdigimiz paraya kiyasla son derece vasat.. Evet, mükemmel bir sahne yapmislar, kostümler de sahane ama iste o kadar.. Konu bütünlügünü yakalamakta zorlaniyoruz ve hatta bir ara gözlerimiz kapaniyor ve bildiginiz uyuyoruz.. 🙂 Puan: 10 üzerinden 4, o da kostümler ve sahne icin!

Dönüste bir bakiyorum ki millet ciglik cigliga kacisiyor kaldirimda birseylerden… Söyle bir kafami uzatiyorum… Bir de ne göreyim: bir hamamböcegi Las Vegas Strip’de piyasa yapmaya cikmis.. 🙂 Millet de panik olmus kaciyor.. Ayol ne istiyorsunuz zavalli böcekten.. Birakin o da minili orospular, obez Amerikali alt-orta sinif köylüler ve zenci pezevenklerle beraber sokakta turlasin… 🙂

Bu arada Seda Sayan’a cok turlamamiza ragmen rastlayamadik.. Yoksa beraber bir margarita icerdik netekim… 🙂

Gece yine kumar oynayip gece ikide yatip, sabah 4.30’da uyanip ve de yine uyuyup, sabah onbirde otelden ayriliyoruz… Los Angeles ucagimiz saat iki kirkbesde.. Ama neyse ki havaalaninda da yeterince kumar makinasi var… 🙂

Not: Bu blogu Los Angeles’de yaziyorum.. Tabii ki saat 4.30’da uyandim yine.. Simdi kafayi vurayim bari, belki bir-iki saat daha uyuyabilirim.. 🙂

Click here for English......

Son zamanlarda tamamiyla kafayi yedim sanirim..

Sürekli is arama sitelerini dolasiyorum ve acikcasi tam olarak da ne aradigimi bilmiyorum..

Aslinda biliyorum..

Köklü bir degisiklik ariyorum.. Öyle bir degisiklik olmali ki, beni yeniden dogursun.. Yine 18-20 yasima geri döneyim.. Dünyayi sirtimda tasiyabilecegimden emin oldugum o yaslara hani…

Bi de mümkünse bayagi iyi bir geliri olsun.. Yani öyle sefahat düskünü oldugumdan filan degil… Canim cektiginde dostlarimla bulusabilmek icin.. Ve bulustugumda da mümkünse güzel bir mekanda üc-bes kurus hesabi yapmadan eglenebilmek icin..

Aslinda aklima bin türlü is alani geliyor.. Ama bunlari buraya yazarsam “kendisinden bu blogda bahsetmemi bana yasaklayan o canimin ici” beni fena halde haslayabilir… O yüzden yazmiyorum..

“Kendisinden bu blogda bahsetmemi bana yasaklayan o canimin ici” ile gecenlerde ilginc bir konusmam oldu bu arada.. Ona göre benim bu arayislarim bir nevi delilikmis.. (Özet geciyorum, tam bu kelimeleri kullanmadi sanirim…)

Yani piyasada istenen uzmanlikmis da, ben de artik bir uzmanmisim da, artik meslek degistirmek mi olurmus da, da, da, daaaa…

Beynim ona hak veriyor.. Ama her sabah ise gittigimde midem agzima geliyor ve kusmak istiyorum.. Kalbim ondan farkli fikirde yani.. Zaten bu kalbi söküp attigimda sorunlarim da beni terkedecek… Biliyorum..

Sabahlari iste yasadigim ögürme hissinin nedeni, isimden nefret etmem degil aslinda.. Sanirim dünyaya o kadar yabancilastim ki artik, acisini isimden cikariyorum..

Aslina bakarsaniz, cok az insan sevdigi meslekten kazaniyor parasini.. Orasi bir gercek..

Ama hic olmazsa aksam eve geldiginde isini siktir edebilecegi bir sosyal ortami oluyor… Eger workaholic degilse tabii…

Ben ise sevebilecegim bir iste calisiyorum ama cevremde sevdiklerim (“zoraki kader ortagim olan o tek kisi” haric!) yok.. Onlar cooooookk uzaktalar.. Zavalli “zoraki kader ortagim olan o tek kisi” ise benimle birlikte bunaliyor…

Hem alkolik, hem bagimli olma yolunda kocaman adimlarla kosuyorum.. Cünkü artik geceleri gözüme baska türlü uyku girmemeye basladi… Kafam iyi olunca gerceklikle olan bagim kopuyor, rahatliyorum, uyuyorum… Tam bir kisir döngü, anlayacaginiz..

Ama neyse ki dün bi belgeselde seyrettiklerim beni rahatlatti.

Arastirmalarda “sosyal kuraklik” durumunun Alzheimer’e neden oldugu ortaya cikmis… (Ki ben gercekten de sosyal bir cölde yasiyorum yilin yaklasik 10 ayi, sevgili okurlarim…)

Yani görünen o ki, bayagi az kaldi beynimin formatlanmasina…

Iste ben de, belki o zaman degisik bir boyutta yeniden dogarim diye umutlaniyorum..

Kisacasi üc ihtimalli bir cözüm planim var:

a) Kalbini sök at, ruhsuz gavur ol!

b) Beynini sök at, ici bos kabuk ol!

c) Blog yaz, belki bulutlarin arasindan bir mucize beni duyar da, kalbimi ve beynimi kurtarir…

Beynimi formatlayinca sorunlarim bitecek mi acaba?

Beynimi formatlayinca sorunlarim bitecek mi acaba?

Click here for English......

Kuşu altın kafese koymuşlar, ille de memleketim, İstanbul’um, Boğaz’ım, can dostlarım demiş…

Gurbette mutlu olanlara şaşıyorum…

Sanırım onlar memleket sevdalısı değiller…

Click here for English......