BascatLes temps sont mauvais, attention à vos fesses sepsepet

Kadinlarla tavuklar arasinda ciddi bir benzerlik vardir: ikisi de yumurtlarlar..

Peki tavuk yumurtalarinin bizlere sundugu menemen, sucuklu yumurta ve de corba terbiyesi gibi kücük mutluluklarin, tavuklarin cektikleri ne türden bir azabin bedeli olabilecegini düsündünüz mü hic?

Sanirim cogu kadin bu tür derin felsefik sorulari hayatinin 13-53 yas döneminde ayda bir defa soruyordur kendine: “Acaba tavuklar da benim cektiklerimi cekiyorlar mi böyle her yumurtlama döneminde?!”

Yumurta mi kadindan, kadin mi yumurtadan... ?!

PMS kurbanlari dayanisma icinde...

Tip bilimi bu eziyetli dönemlerinde kadinlarin cektikleri (ve cevrelerindekilere cektirdikleri) cilelere bir de isim takmis: PMS (yani pre menstrüel sendromu).

Bu yaziyi yazmak aklima nerden geldi diye merak edenleriniz olacaktir.

Valla gecen gün cok sevdigim bir kiz arkadasim beni aksamin gec bir saatinde aradi ve dedi ki: “Evde yalnizim, cok mutluyum, adet oldum, kendime bir sise sarap actim ve aklima hemen seni aramak geldi..”

Cümledeki “adet oldum” lafi mutlulugunu tümüyle acikliyordu arkadasimin. Yine bir yumurtasindan olmus ve o bir ila iki hafta süren adet öncesi travmasini yine atlatmisti. Simdi geriye sadece karin agrisi ve diger keyifsiz kisim kaliyordu, ama farketmezdi, stresi atmisti ya yeterdi ona…

“Yahu” diye düsündüm “bu yumurtlama olayi kadinlara muhtemelen erkeklerden 3-5 sene fazla bir ömür veriyor, ama 40 senenin 10-20 senesini agri ve stresle gecirdigine degiyor mu acaba..” Merak ettim ve bir arastirayim dedim internette, acaba bu PMS belirtileri neymis..

Sevgili okuyucularim, inanmayacaksiniz ama PMS’nin tam 150 degisik belirtisi varmis..

En bilinenleri sunlar: vücutta su toplanmasi, kiloda artis, derideki degisiklikler, yorgunluk, bitkinlik, mide bulantisi, dolasim bozukluklari, mide barsak sistemi bozukluklari, karin bölgesinde kramplar, bas ve sirt agrisi, asiri istah, istahsizlik, gögüslerde asiri hassasiyet ve agrilar, degisik uyaranlara karsi asiri hassasiyet (mesela isiga, temasa, sese, kokuya, zaman baskisina ve isteki strese…), migren, bayilmalar, dengesiz ruh halleri, isteksizlik, keyifsizlik, hiperaktivite, depresyon, manik davranislar, panik ataklar, asiri asabiyet, sebepsiz aglama krizleri.

Hicbiseyden cekmedi yumurtlamaktan cektigi kadar!

Hicbiseyden cekmedi yumurtlamaktan cektigi kadar!

Ben de bunlari okuduktan sonra bir analiz yaptim ve görünüste alakasiz bu semptomlarin birbiriyle baglantisini kesfettim.

Tip dünyasina bu degerli kesfimi armagan ediyor ve nobel ödülü icin simdiden tesekkür ediyorum…

Efendim olay aslinda söyle:

Yumurta kapiya dayaninca vücut saniyor ki biseyler olacak (hamilelik gibi yani) ve kendini böööyle bir saliyor: “Ooooh, artik fit olmasam da olur, zaten olan olmus!” diyor yani…

Tabii vücut kendini salinca n’oluyor? Vücut sisiyor ve kilo aliniyor…

Tabii kilo almayi kim sever!?

Bir sabah ayna karsisinda kendini öyle sisman ve kilolu gören kadin milleti, aynen sinir krizi geciriyor, aglamalar, bas agrilari, is yerinde  stres (“Ne bakiyor bu herif bana, kilo aldigim belli mi oluyor?”), manik depresif ataklar, istahsizlik (“Yemicemmmmm!”), sonra aclik ve kan sekerinin düsmesi neticesi asiri yemek (“Ay, dayanamiyorum!”).

Bakiyor ki kadinlar, yememekle olayi kontrol altina almak mümkün degil, basliyor bir hiperaktivite (“Bu kilolardan kurtulmaliyim, haydi spora!”).. Tabii ham vucüt nasil tepki veriyor? Bas, sirt agrilari, bir bitkinlik, bir halsizlik sorma gitsin…

Sonra geciyor aynanin karsisina bir bakiyor ki hala degisen bisey yok, memeler halen büyümekte, tabii bir asabiyet geliyor haliyle.. Asosyal bir ruh haline giriliyor: “Dokunma banaaaa! Zaten kokuyosun.. Bagirmaaa.. Sesin cekilmiyoooor! Migrenim var, bulasmaaa!”

Bu böyle bir iki hafta devam edince tabii karnin da agrir, panik atak da gecirirsin, isinden de istifa edersin, bosanirsin da!

Iste bu zincirleme reaksiyonlar bütününe tip bilimi bir aciklama getiremedigi icin adina da PMS deyip cikiyor isin icinden..

Yani bence olay tamamiyle acik ve ortada…

Olay bir iletisim sorunundan kaynakli sevgili okuyucularim… Yani kadinlar vücutlarina aslinda hamile olmadiklarini anlatabildiklerinde olay bitecek!

Peki bunun yöntemi ne?

Iste bu noktada kadinlarla tavuklarin yolu kesisiyor yeniden.. Bakin izah edeyim:

Hafiften bir sisme mi basladi, hic moraller bozulmayacak! Aynen buzdolabina gidilecek ve bir adet tavuk yumurtasi alinarak, eldeki bu yumurtayla yoga pozisyonuna girilecek… Bu noktada tam bir konsantrasyon gerekiyor, o yüzden yogaya basvuruyoruz..

Tek ayak üstünde dururken beynimizin vücudumuza net bir sekilde sunu söylemesi gerekiyor: “Kardesim yumurta döllenmedi, aha bak iste elimde!”

"Yumurtammmm döllenmediiiii!"

"Yumurtammmm döllenmediiiii!"

Eger vücudunuz hala algilamakta güclük cekiyorsa, yumurta mahsustan yere düsürülüp yüksek sesle “Tüh, yine düsürüp kirdim yumurtamiiii!” diye 3 defa bagirilacak… Bu noktada olaya dini bir boyut katmak da mümkün…

Müslüman hanimlarimiz “اللعنة ، لقد كسرت لي بيضة!”, Italyan katolikleri “Cazzo, ho rotto il mio uovo!”, ortodoks vatandaslarimiz “Σκατά, έχω σπασμένα αυγά μου!” ve nihayet musevi hatunlarimiz “חרא, שברתי את הביצה שלי!” seklinde kendilerini ifade ederek bu ritüele daha bir derinlik ve anlam kazandirabilirler! 🙂

En gec o zaman vücut “Hastiiir, yine yanlis alarmmis” diyecek, gündelik hayatina geri dönecek ve alinan kilolar serbest birakilacaktir!

Eger dönmüyorsa ve algidaki zayiflik devam ediyorsa o zaman son yönteme basvuruyoruz:

Önce evdeki tüm tartilar ve aynalar bir dolaba kilitlenerek anahtar kapiciya teslim ediliyor…

Sonra bir kutu valyum temin ediliyor ve mümkünse PMS sonuna dek hergün doz arttirilarak aliniyor… Böylece cevre sizin PMS döneminizden mümkün mertebe korunmus oluyor… Bilginize!

Click here for English......

Yillardir Cin denilen bir kabus cöktü dünya ülkelerinin tepesine…

Milyarlik nüfusuyla Cin dünyayi istila etti.. Bunun icin kullandigi temel öge de Cinli’ler..

Bu Cinli’ler pek bir maharetli yani… Suyundan yahni yaparsin, kemiginden corba… Bunu Cin hükümeti de anlamis olacak ki nüfüs fazlasi vatandaslarini idama mahkum edip organ turizminden milyarlar götürüyor.. Bu duruma düsmeden solugu batida almayi basarabilen Cinli’ler ise dünyaya düne dek farkinda olmadigimiz, ama simdi cep telefonu misali yoklugunu düsünemeyecegimiz dev bir hizmet pazarliyorlar: Cin mutfagi…

Simdi bu Cin mutfaginin degismeyen temel bir özelligi var… Dünyanin neresine giderseniz gidin menü ve menüdeki yemeklerin numaralari hep ayni.. Lezzetler ise mekan tutulan ülkeye yüzde yüz uyumlu… Dolayisiyla bir Norvec Cin mutfagi ile bir Türk Cin mutfagi arasinda yemek isimleri disinda bir benzerlik yok!

Bir de temel bir özelligi daha var Cin mutfaginin.. 15 dakikada servis ve ucuz fiyatlar.. Dolayisiyla öglen is yemekleri icin ideal bir tercih Cin lokantalari… Cubukla filan da yiyebiliyor ve cok karizmatik görüntüler sergiliyorsunuz… Millet de “Vaaaay” diyor, “cubukla haslanmis pilav yiyebiliyomus..”

Gecen gün meshur bir AVM’deki bir Cin restoranina gittik.. Ben pek gönüllü degildim, ama aile büyüklerimi kiramadim.. Yan taraf kebapci ama biz tatli eksi soslu biseyler yemek zorundayiz.. Elbette biraz kiskanclik duydum.. Derken bir baktim en can dostlarimdan ikisi oturmus adaba uygun kebap sonrasi caylarini götürmekte ve Cin restoraninda tikinmakta olan yurdum insaniyla dalga gecmekteler.. Birden beni görünce bayagi bi eglendiler… Yani simdi mis gibi tereyagli pilav yemek varken kan ter icinde iki cubuk arasi haslanmis pirinc yiyenlerle dalga gecmekte haklilar tabii ki…

Neyse gün gecti yine ise döndüm.. Haftada iki-üc sürekli öglen alelacele Cinli’den biseyler siparis veriyoruz… Derken dikkatimi ceken bir reaksiyon gelistirmeye basladi vücudum.. Daha dogrusu mide-barsak sistemim! Ne zaman yesem kendimi balon gibi hissediyorum.. Bildiginiz gaz yapiyor yani.. Allah allaaah.. Herhalde baska seydendir filan derken bugün 10 kisi birden ismarladik yine Cinli’den..

Sen misin yiyen.. Aksama kadar sirketin her kösesinden gurul gurul sesler geliyor.. Yani kulagima kulaklik takmasam ise konsantre olmak mümkün degil.. Tuvaletlerin önünde kuyruk olustu yemin ederim!

Kuyrugu görünce beynimde birden bir simsek cakti ve tabloyu, dönen büyük entrikayi tüm ciplakligi ile gördüm:

Bence bu Cin komplosunun yeni bir asamasi sevgili okuyucularim! Simdiye dek tüm dünya Cinli’lerin cakma cep telefonlari ile dünya iletisim sektörünü ele gecirmek istedigi yanilgisini yasiyordu.. Oysa bu sadece dikkatleri dagitmak icin bir taktik…

Cünkü 2010’dan itibaren Cinli’ler yemeklerini gizli bir biyolojik silah sekline dönüstürüyorlar. Bu silah iki senelik ARGE sonunda mükemmel sekle dönüsecek ve son halini alacak…

Ve 2012 Aralik ayinda bir öglen vakti tüm bati is dünyasi patlayarak kiyameti baslatacak! Iste Maya’larin öngördügü ama gelecek nesillere bir türlü izah edemedigi kuantum patlamasi buydu! Bildiginiz barsak gazi patlamasi yani…

Ve sonra….

Cinli’ler yillardan beri gizliden gizliye beslenmekte olduklari lahmacun stoklari sayesinde hayatta kalip dünyanin tek egemeni olacaklar…

Bu blog vasitasiyla tüm dünya liderlerine sesleniyor, uyariyorum:

Bati dünyasi uyan ve El-Kaide’yi gec, hurmadan kim ölmüs? Asil tehlike tatli eksi soslu ördek!

Alma ördegin ahini, patlar kuantum dötünde…..

Cin gizli servisinin bilim adamlari gizli silahlari üzerinde calisirken..

Cin gizli servisinin bilim adamlari gizli silahlari üzerinde calisirken..

Click here for English......

Aslinda negatif bir insan oldugum söylenemez.. Hayatta bisürü badire atlattim ve bunlari atlatirken gelecege hep umutla bakabildim.. Baskasi olsa muhtemelen psikolojik tedavi görüyor bile olabilirdi bunca yasanmisliktan sonra..

Taniyanlarim beni kuvvetli, iradeli, caliskan ve mücadeleci olarak tanimlarlar…

Yine de beni yillardir asagiya ceken bir sey var hayatimda… Adini bir türlü koyamadigim bir sey bu.. Sanirim sonunda derdimin ne oldugunu anlamaya baslamis bulunmaktayim… Özetle: Bana yalnizlik yaramiyor…

Simdi size biraz yasam tarzimi anlatmam gerekiyor… O zaman anlayacaksiniz yalnizliktan kastettigim seyi…

Benim meslegim bilgisayar üzerine kurulu bir meslek.. Zamanimin cogunu kulagimda müzik, bilgisayarimin basinda geciriyorum.. Yani günde yaklasik 8-10 saat kadar.. Bu 10 saatin yaklasik 30 dakikasinda birileriyle iletisim kuruyorum.. Genelde teknik konularla ilgili bir iletisim oluyor bu.. Ya da bu öglen ne yesek muhabbeti…

Sonra aksam oluyor ve ben bos caddelerden eve dönüyorum.. Evde beni bekleyen birileri olmadigi gibi, yasadigim sehirde arkadas olarak tanimlayabilecegim bir allahin kulu yok.. (Bir ara vardi ama onu da ikili iliski ucurumunun derinliklerinde kaybettim: Artik onun evinde bir sevgilisi var.. :))

Dolayisiyla aksam o bos eve gidip, televizyonumu acip (ki aslinda tv seyretmkten hic haz etmem!) karsisinda biseyler tikinmaya basliyorum.. Sonra belki bir yarim saat 45 dakika sevgilimle telefonlasiyoruz.. Bu telefon sohbetlerinin bana kazandirdigi temel duygu, sevgilimin benden birkac bin kilometre ötede yasiyor olmasi oluyor… Bu arada sevgilime yalnizliktan sikayet etmeye kalktigimda genelde azar isittigim icin, artik bu konuya deginmemeyi de tercih ediyorum… Susuyorum…

Sonra gecenin ilerleyen saatlerinde televizyon programi beni iyice baydiginda, kendime bir icki hazirliyor ve bir dvd koyuyorum… (Sanirim bu durumun her gece tekrarlanmasina tipta alkolizm deniyor… O yüzden haftanin iki-üc günü icmiyor ve kendimi kandiriyorum..) Eger sansliysam 1 saat icinde, degilsem de 2-4 saat icinde televizyonumun karsisinda siziyorum. Sonra gecenin bir saatinde kalkip kendimi yataga atiyorum.. Sabah calan calar saat beni uyandirana dek.

Genelde carsamba gününden itibaren iki günümü, günde yaklasik 1 saat ucuz ucak bileti sitelerinde Istanbul ucuslarini tarayarak geciriyorum.. Sonra ya ekonomik gücümün sinirlarini zorlayarak bir bilet aliyorum, ya da (ki genelde olan da bu!) alamadan cuma gününe ulasiyorum.

Sonra hafta sonu geliyor. Hafta sonlari en sinir bozan bölüm.. Cünkü genelde haftasonlari sokakta bagirip cagirip gruplar halinde gecen insanlari seyredip kiroluklarina küfrederken, bir yandan da icten ice onlarla beraber bögürme özlemi duyuyorum.. Ve tabii ki balkon kapimi kapatip kendimi tekrardan evime hapsediyorum…

Bu döngü yaklasik 3-6 haftalik kesintilere ugruyor. O kesintiler Istanbul’a gidislerim iste… Istanbul’a gittigimin genelde ikinci günü, yaklasik 2-5 gün sonra yine Istanbul’dan ayrilacagimi düsünüp kafayi yemeye basliyorum…

Sonra sevgilimle tartisiyoruz.. Ailemden insanlarla tartisiyoruz.. Sevgilimle tartisma nedenim ayri yasiyor olmamiz ve onun benim yanima hala tasinmiyor olmasi.. Ailemle tartisma nedenim Türkiye’ye fazla sikca geliyor ve fazla para harciyor olmam… Bu durum bende belli bir stres yaratiyor tabii.. Dolayisiyla Istanbul’dan ayrildigimda tam 24 saat süren bir tartismadan kurtulma rahatligi yasiyorum.. En gec 48 saat sonra ise yine ucak bileti sitelerinde gezinmeye basliyorum..

Günde agzimdan cikan cümle sayisi belki ortalama 400 filandir (sevgilimle telefonlarim dahil!). Her bir cümle 10 kelime olsa, bu günde 4000 kelime eder … Almanya’da yapilan bir arastirmaya göre bir insanin ortalama günlük söyledigi kelime sayisi 16.000 (onaltibin!) imis.

Yani ben yaklasik %25’lik bir performans gösterebiliyorum. Haftasonlari bu sayi daha da azaliyor. Bu durum sizin de kabul edeceginiz üzere asosyal bir duruma denk düser.. Nam-i diger “yalnizlik” yani…

Sürekli tünelin ucundaki isiga dogru yürüyüp de ulasamamak sinirlerimi bozuyor...

Sürekli tünelin ucundaki isiga dogru yürüyüp de ulasamamak sinirlerimi bozuyor...

Kendimi tek kisilik bir kogusa kapatilmis gibi hissediyorum… Sürekli tünelin ucundaki isiga dogru yürüyüp de ulasamamak sinirlerimi bozuyor…

Acilen hayatimi degistirmem gerekiyor sanirim… Belki de bol bol konusacagim, insanlarla iletisim icinde olabilecegim bir ise ihtiyacim var…

Yoksa 50’ime gelmeden sizofren olmaya ciddi anlamda adayim!

Yok mu bana uygun bir is teklifi olan?

Click here for English......

0 Hisssssst… Mahallemize geldik….

sepsepet to Sepet @ 11:43  

Sabah sabah Hürriyet Gazetesi’ni okurken gözüme bir magazin haberi takildi. Los Angeles’de Critics’ Choice Awards dagitimi yapilmis.

Ödül törenine damga vuran ise Sandra Bullock ile Meryl Streep’in öpüsmeleri olmus.

Muckkkkkk!

Muckkkkkk!

Resmi görünce bir arkadasimin bana anlattigi bir hikaye geldi aklima. 🙂

Arkadasimin lezbiyen bir cift arkadasi varmis ve bunlar bir gün Berlin’e gitmisler. Berlin’de Kreuzberg diye bir semte varmislar.

Bilenler bilir, Kreuzberg Berlin’in Türk mahallesidir. Neyse bunlar saskinlikla görmüsler ki Türkler gay-lezbiyen olayina sarmislar, ortalik Türklerin islettigi bir sürü öyle cafe-barla dolu. Öylesine rahat bir ortammis ki lezbiyenler sokakta birbirlerini yiyorlarmis.

Derken kizlardan biri gaza gelmis ve sevgilisini öpmek istemis. Ama öbürü direk kacmis: “Askim burasi Türk mahallesi, bizi tasa tutarlar sonra!”

Nasil hikaye ama? 🙂 Bana eski Türk filmlerindeki “Mahallemize geldik!” söylemini animsatti, size de anlatayim dedim.. 🙂

Click here for English......

0 Haftasonu sendromu…

sepsepet to Message in a bottle @ 00:16  

Her haftasonu icimi bir sikinti basar senelerden beri… Sanki her haftasonu hayatin benden beklentilerini hatirlar, yaslanma hizimi özellikle haftasonu performanslarimin yil ortalamalarindan hesaplarim…

Bu anlamda son bikac senedir bir genclesme sürecine girdigimi gözlemliyorum. Performansim yükseldikce sanki zamani durdurabiliyormusum gibi geliyor… Tabii bu durumdan zorlanan kisiler de yok degil.. Mesela sevgilim.. Hizima ayak uyduramamaktan sikayet eder durur.. Öte yandan bensiz gecirdigi haftasonlarinda da gecelere akmaya devam eder ama, o ayri.. Bizimkinde gerekce hep ayni… O hafta benim yüzümden cikmiyorsa, mutlaka baskalari yüzünden cikiyordur.. Sürekli bir kurban modunda yani… 🙂 Ilk zamanlar beni kafaladigini düsünür, sinirlenirdim.. Artik onun bu halini sevimli buluyorum… Sanirim ikimiz de ayni sendromdan muzdaribiz, ama sevgilim bunu kabullenmek istemiyor… Bence bir sakincasi yok… Yeter ki beraber oldugumuz haftasonlarinda performansimiz yüksek olsun…

Party all the night...

Party all the night istiyorum.. Özellikle haftasonlari...

Ama bende olayin bir baska boyutu daha var.. Haftasonlarina yalniz akamiyorum.. Illa yanimda bir (mümkünse birkac) kisi olacak.. Hep beraber sapitacagiz… Tabii yasadigim hayat itibariyle mümkünati olan bir durum degil bu… Cünkü yurtdisinda yasayan bir Istanbul’lu olarak sürekli bir iliski kuramama durumunu yasamaktayim… Yani gavurlarla frekans uyusmazligi sorunum var anlayacaginiz… N’apsam düzeltemiyorum… Eh, elalem de salak degil ya… Onlar da benimle takilmak istemiyorlar…

Gecen gün konusu acildi… Bahsettigim gavurlardan biri, kendime bir ev arkadasi bulmam gerektigini söyledi… Kendisi öyle entegre olmus buralara… Ama kardesim, diyelim ki kendime bir ev arkadasi buldum… Ben pimpirikliyimdir… Yani vatandas ortaligi dagitsa, onu birak eve ayakkabisi ile girse kafayi siyiririm, hayatim zehir olur… Dolayisiyla ev arkadasi olayi bana uymuyor… Tek ev arkadasim sevgilim olabilir, ama onun da bu diyarlara gelmeye niyeti yok nitekim… Offf, of!

Nasil olacak peki benim haftasonu sendromu meselem.. Yani her haftasonu Istanbul’a ucmam teknik ve ekonomik olarak mümkün degil…

Ama ben caresini buldum… Istanbul’da olmadigim her haftasonunu paso uyuyarak geciriyorum.. Mümkünse günde 20 saat uyuyorum… Uyuyamazsam da koyuyorum bir ikinci dünya savasi filmi onu seyrederken siziyorummm.. Horrrrr…

Bu görüntüler bende valium etkisi yaratiyor nedense...

Bu görüntüler bende valium etkisi yaratiyor nedense...

Bu durumun bana somut bir faydasi var mi peki… Evet, elbette… Ilki karaciger transaminaz degerlerim normallesiyor, ikincisi acaip masrafsiz bir hayat yasiyorum, ücüncüsü sapitamadigim her haftasonu pilim doluyor. Duracell tavsani modunda ucuyorum sonra Istanbul’a.. 🙂 Böylece yasayip gidiyorum bir süredir yani… Hayat devam ediyor, akiyor, akiyor, akiyooooor…

Meshur Duracell tavsani, yani ben...

Meshur Duracell tavsani, yani ben...

Click here for English......

Biliyorsunuz (ya da belki de bilmiyorsunuz), internet sitelerinin ziyaretcilerini analiz etmeye yarayan analytics diye bir sayfasi var google’in…

Bu sayfanin belki de en enteresan özelliklerinden birisi, insanlarin sizin web sitenize hangi arama kelimeleri ile google üzerinden ulastiginin analizi…

Yani olay söyle:

Site ziyaretcilerinin cogu bir siteye arama motorlari vasitasiyla ulasiyorlar. Mesela google üzerinden… Alternatif arama motorlari da var elbette, ama google en yaygin olani sanirim.

Iste google ziyaretcilerin hangi arama kelimeleri ile sitelerine ulastiklarini site sahiplerine söylüyor bu sayfasinda..

Simdi ben de bu konuyla ilgiliyim tabii… Ne de olsa bisürü okurum olsun istiyorum…

Dolayisiyla üsenmedim ve siz sevgili okuyucularimin hangi arama kriterleri ile bana ulastigini size geri bildirme karari aldim.

Liste aynen asagidaki gibi: (yazim hatalarina hic dokunmadim, aynen yayinliyorum) 🙂

  1. sex fuarı
  2. bedavaporno
  3. berlin sex fuarı
  4. 13 22 yaş sex
  5. 75 lik dededen sex
  6. amcam ile seks
  7. avrupa sex fuarı
  8. bacım sks
  9. bedava porno siteleri
  10. berlinde sex için nereye gidilir
  11. bondage fantezileri
  12. bondage güzeldir
  13. buradakiler porno
  14. derili sex latexli sex
  15. diyar kabak
  16. eldivenli sex
  17. en ayıp fuar
  18. evde şişme su dolu poşet ile sex
  19. hepten bedava porno
  20. ip bağlamalı porno
  21. japon nasıl yapmış gerçek şişme bebekler
  22. latexli hemşire sex
  23. latexli striptiz
  24. minyatürde sex
  25. sex fuarında neler var
  26. sexte hayal gücü
  27. tenis ögrenirken sex
  28. teniste vajınalar
  29. yapay seks aletlerı
  30. yenge sex
  31. yerlilerle sex
  32. zil çekme ögrenelim
  33. zincirle baglamalı sex
  34. şişmebebek eniyisi
  35. tenis ögrenirken sex porno

Itiraf etmeliyim ki halkimin seks fantezileri beni ciddi anlamda hayran birakti…

Bu kadar arama kriteri icinde ilk ücü secme ayricaligini tanidim kendime: 🙂

  1. tenis ögrenirken sex
  2. teniste vajınalar
  3. evde şişme su dolu poşet ile sex

Okuyucularimin özellikle tenis ve seks olayina iliskin fantezileri tüm beklentilerimi asti valla.. Bu konudaki meraklari tatmin maksadiyla, siz sayin okuyucularim icin günlerimi ayirdim, arastirdim ve asagidaki bilgilendirici resmi temin ettim. Sizlere armagan ediyorum… 🙂

Tenis meraklisi abaza okuyucularima armaganimdir

Tenis meraklisi abaza okuyucularima armaganimdir

Evde su dolu torba ile seks konusundaki ilgiyi ise domuz gribinin yayilmasi ile aciklayabiliyorum kendime…

Yurdum insani demek ki artik öylesine bilinclenmis ki, damacanalardan grip kapma korkusundan olsa gerek, suyu posete doldurup öyle becermeyi tercih ediyor… Ne de olsa daha steril.. 🙂

Domuz gribinden korunmak icin gerekli iki unsur: maske ve prezervatif..

Domuz gribinden korunmak icin maskeye gerek yok: poşeti işiniz bittikten sonra kafaniza da gecirebiliyorsunuz.. Hem daha hesapli...

Bu konudaki bilinclendirme kampanyasina ben de böylece bir nevi katkida bulunayim dedim… 🙂

Click here for English......

0 Herşeyin aşırısı en güzeli…

sepsepet to Sepet @ 20:12  

Bilenler bilir, öteden beri aşırılıklarımla kendimi belli etmişimdir..

Yine bilenler bilir en büyük hayallerimden biri Yeni Zelanda’da birgün koyun yetiştirmektir…

Nihayet bir süredir kafayı taktığım Extreme Programming (XP) ile koyunlarımın kesiştiği noktayı buldum!

İşte karşınızda Extreme Shepherding (XS)… Enjoy it! 🙂

Click here for English......

Simdi aksam aksam oturur ve Cüneyt Arkin’in Kilicaslan filmini seyrederken konu döndü dolasti ve Bülent Ersoy’a geldi.

Sebebi de Kilicaslan’da Cüneyt Abimizin trambolinden tramboline ziplar ve bilcümle kahpe Bizanslilar’in hakkindan gelirken kullandigi dövüs teknigi: Aslan pencesi seklindeki eliyle düsmaninin yüzüne bir tirmik atiyor ve böylece tek bir sahnede 20 – 50 kisinin hakkindan geliyor…

Ancak bunu seyredip eglenirken aklima birden Bülent Ersoy’un Söhretin Sonu filmindeki gazinoyu dagittigi sahne geldi.. Olay da söyle: Bülent’in asik oldugu herif nisanlisiyla beraber Bülent ve adamlarinin da efkar dagitmakta oldugu gazinoya gelir ..

Bunu gören Bülent Bey kendisini masasina cagirir lakin reddedilir. Bunu kaldiramayan Bülent Bey masayi dagitip adamin nisanlisiyla oturdugu masaya gider ancak nisanli tarafindan sapik olmakla itham edilir.

Bunun üzerine Bülent Ersoy cildirir! O cildirdigi sahneyi belki milyon defa seyretmisimdir ve bence Türk sinemasinin en otobiyografik sahnelerinden biri olduguna yüzde yüz eminim. 🙂

Kedi gibi tirmalarim

Kedi gibi tirmalarim

Bu arada belirteyim: Bu filmin cekilis tarihi 1981 ve Bülent Ersoy’a bu otobiyografik calismasindan dolayi gercekten büyük saygi duyuyorum. Bugün aradan neredeyse 30 yil gectikten sonra bile kac kisi cikip da kendini böylesine acikca ortaya koyabiliyor?

Sakal birakan adinin sonu do’lu kadinlarimiz mi mesela?

Helal olsun Bülent Abla’ma! Respect!!! 🙂

Click here for English......

Simdi bir süredir sevgilimle ciddi bir tartismaya girdik, Avrupa mi, Türkiye mi, yoksam Amerika mi daha yasanilabilir bir yer mi diye..

Sebebi de beraber gelecek planlari yapmakta olmamiz.. Yani ayrilik olunca bulusmak gerci cok hos oluyor, ama yine de yillar gectikce insan bu belirsizlik ortamindan bikiyor. Özellikle de benim canima tak etmis durumda.

Ancak ikimizin de ortak bir sorunu var. Beraber yasamayi istemesine istiyoruz ama, nerede yasamak gerektigine bir türlü karar veremiyoruz..

Bir yandan hem bende, hem de onda bir Istanbul aski var. Ama gercekci olmak gerekirse özelde Istanbul (genelde Türkiye) aslinda bizimle alakasiz bir ülke..

Yani dar bir cevrede hareket ediyoruz. Cevremizde toplasaniz bikacyüz kisi var, bunlarla takilip Istanbul’un bizim gibi oldugu yanilgisini hep beraber yasiyoruz. Sanirim buna “toplu halüsinasyon” deniyor.. 🙂

En basitinden sokaga cikiyorsun secim zamani, taksiye biniyorsun, taksiciye “sola dön” diyorsun, herif “Aman haaa, sakin sola oy verme kardesim” filan diyor, dumura ugruyorsun. (Bu olayi gercekten aynen böyle yasadim!) Ayri dünyalarda yasiyoruz yani… Maalesef bizim gibi “chosen 10.000” kisinin disindaki herkes böyle…

Cok mu elitistim? Evet öyleyim ve geriye kalanlarin hepsi kiro! Mümkünse onlari camin arkasindan izleyeyim ve benimle fazla muhattab olmasinlar!

Gercek bu ve bu gercegi degistirecek kadar yeni cocuk getirmiyor o 10.000 kisi dünyaya. Belli ki bir süre sonra neslimiz tükenecek ve Istanbul farkli bir popülasyonun elinde farkli bir seye bürünecek…

Bu aci gercekten hareketle gözümüzü Avrupa’ya cevirdik ve orada alternatifler ariyoruz sevgilimle… Lakin nereye baksak bizi tatmin etmiyor.

Bir kere sevgilimle konustugumuz yabanci lisanlar örtüsmüyor. Ingilizce haric.. Ama Ingiltere veya Amerika bana sempatik gelmiyor. (Anglo sakson zihniyet bana cok suni geliyor, taniyabildigim kadariyla…) Dolayisiyla ikimizden birisi yeni bir lisan ögrenmek zorunda. Hadi bence bu büyük bir sorun degil. Üc tane bilen dördüncüyü de ögrenir…

Asil sorun hangi Avrupa sehrinin bize Istanbul’u yasatabilecegi… Cünkü her ne kadar Istanbul’un kiro yüzünden nefret etsek de, sonuc itibariyle Avrupali da inanilmaz kiro geliyor bize… Bunu anlatabilmek cok zor.. Yani espri anlayisimiz uyusmuyor, dünyaya bakislar farkli, dostluk kriterleri apayri, degerler cok maddi..

Yani böyle duygusal düzlemde bir ortaklik yok Avrupali ile..

Ne kadar aci, degil mi? O kadar calis didin kariyer yap… Sonra da kendini dünyada bir uzayli gibi hisset…

Berlin calling!

Berlin calling!

Ama sonunda sanirim Berlin’de karar kilacak gibiyiz…

Avrupa’nin en marjinal ve en turkish oryantal sehri oldugu icin…

Sokaklarinda Almanca’dan cok, baska lisanlar konusuldugu icin…

Ve barlarinda istedigimiz gibi sigara icebildigimiz icin..

Berlin calling… Bekle geliyoruzzz!!!

Click here for English......

Beni okuyanlar bilir: 40 yasima basmadan euro milyoneri olmak gibi bir hedefim var…

Simdi bir süredir bu hedefe en kestirmeden nasil ulasabilirim üzerine ciddi anlamda kafa yoruyorum.. Piyango, lotto gibi mucizelerin illa da gelip beni bulacagini düsünmedigim icin, ben de söyle harika bir icatta bulunmanin, dolayisiyla harika icat olarak gördügüm seyleri aziz memleketime getirmenin bu amacima hizmet edecegine kanaat getirdim..

Ilk aklima gelen seylerden biri memleketime hindistancevizi kabugundan üretilen nargile kömürü getirmekti, olmadi. 🙂

Iste dahiyane bir nargile, ben de kömürüne takmistim yani...

Iste dahiyane bir nargile, ben de kömürüne takmistim yani...

Sonra sirket yazilimi olayina kayalim dedik, kriz cikti, sirketler bütcelerini dondurdular….

Sonra aklima telefonlara barkod okutup bu barkodu dev bir fiyat veritabanindaki diger verilerle karsilastirip en ucuz satani kullaniciya sunma fikri geldi. Ancak ayni fikre sahip olan baskalari da varmis ve benden hizli davranmislar… Yine ramazan vakti “Ulan, 5 vakit namazi dünyadaki pozisyonuna göre belirleyip, ezan calan iPhone uygulamasi mi yazsam?!” fikri aklima geldi. Neyse arastirdik, varmis! 🙂

Derken aklima rfid ile ilgili cözümler geldi.. Bunlarin üzerinde hala calisiyorum, o yüzden burada fazla tiyo vermeyecegim.. 🙂

Artik cevremdeki dostlarim ve ailem bu benim “Milyoner olacagim! Olacagimmmm! Hemen olacagimmm!” takintisindan o denli gina getirdiler ki, bana “Yavrum, sen isine konsantre ol, milyonlara degil!” diye ögütler vermeye bile basladilar.

Derken en bomba olay basima, su postunu da yazdigim 13. Venüs fuarinda geldi.
Fuar standlarini incelerken bir baktim, adamlar orada silikon vajinalar, su dolu vajinalar filan satiyorlar. “Yav, bunlar Türkiye icin bire bir!” diye düsündüm. Ne de olsa teknoloji mereklisi bir abaza cennetindeyiz! Aynen standin sahibi olan Japon’a gidip “Kardes, bunlarin Türkiye ithalatcisi var mi, fiyatlari nedir?” diye sordum.
Lakin sormamla beraber adam bana önce saygiyla egilip kartvizitini, sonra da eline bir poset alip standdaki tüm vajinalardan birer adet (numune) vermesin mi?
Neye ugradigimi sasirdim valla. “Yok canim istemem!” desem adama ayip olacak, öte yandan merak da etmiyor degilim hani, bu zamazingolar ne is diye. 🙂
Neyse elime posetimi alip gittim ben de.. Sonra gercekten de arastirdim, meger Türkiye’de motorlusu bilem varmis. Dolayisiyla bizim Japon’un memleketimizde fazla sansi kalmamis. 🙂
Getirecegim sex oyuncaklari resimde görülen yerlilerine oranla oldukca kaliteli olacakti tabii.. :)

Getirecegim sex oyuncaklari resimde görülen yerlilerine oranla oldukca kaliteli olacakti tabii.. 🙂

Vajinalari aldigimi duyan sevgilim bana resti cekti: “Senin ..cik milyoneri olmani istemiyorummm!” diye.
Ben de naaapim, sevabina vajinalari dagittim. 🙂
Peki ya girisimci ruhum? O aynen devam ediyor valla.. Bu günlerde Avrupa’ya tartan pist satsam mi diye düsünüyorum. 🙂
Click here for English......